Anasayfam Yap | Künye | İletişim | Reklam

    Anasayfa

   Resim - Fotoğraf

    Sahne Sanatları
    Müzik - Konser
    Sinema - Tv
    Kültür - Edebiyat
    Tarih - Arkeoloji
    Tasarım - Mimari
    İnsan - Polemik
  ●  Bizden Haber
  ●  Yazarlar
  ●  Yasal Uyarı
  ●  Linkler

 

Bizi Facebook'tan Takip edin Bizi Twitter'den takip edin

 

Üye / Yazar Girişi

 Kullanıcı :

 Parola   :

  Kayıt Ol

 

 

Kuzgunun Rüyaları

ŞEHİR TİYATROLARI
İSTANBUL DEVLET TİYATROSU

  


 

 

 

 

 

 

ONU TANIMAK LAZIM

Orhon Murat Arıburnu 1920’de doğdu. Haydarpaşa Lisesini bitirdi. Bir süre İstanbul Üniversitesi Hukuk ve Edebiyat Fakültesi’nde okudu. Gazetecilik, öğretmenlik, pilotluk yaptı.

«Bu Yürek Sizin» adlı şiir kitabında kendini şöyle anlatıyor: «Umutlar, etkiler-tepkilerle insanız. Acılarla, sevinçlerle insanız. Doğumlarla, ölümlerle, sevgilerle, özgürce eğitimle insanız.»

«Evet, yoktan var olmadım. Neydim, nerelerdeydim, nelerden geçtim, nasıl olduysa oldu, bilmiyorum, bir de ben doğdum dünyamıza, sizler gibi insan olarak.»

«Durgun bir suya damladım sanki. Halka halka genişledim, çoğaldım. Bakıp geçmedim. Gördüm, düşündüm. Derinse indim. Dağsa tırmandım. Gökse, uçtum. Her olayı hocam bildim, sevdim, sarıldım. Ama üzüldüm, ama güldüm. Her gelene, kapımı, yüreğimi, aklımı açık tuttum. Getiren oldu. Götüren oldu. Getirenle doldum, götürenle doldum. Akarsular yolunu kendi bulur. Durmadım aktım. Bunu iyi bildim.»

1940’lardaki öncü şairler arasında yer aldı. 1947’de Türkiye’de ilk şiir sergisini açtı. Şiirleri, Almanca, İtalyanca, İngilizce, İspanyolca, Rusça, Bulgarca, Estonyaca’ya çevrildi.

«Kısacası temelimden çatıma beş ışıklı bölüm var etkilendiğim, beş hocam var içimde şimdilik» diye devam ediyor aynı kitabında. «Yeter mi, yetmez mi, yaşama bağlı, aklımı kullanmama bağlı.»

«Önceleğin, başta sayarım, kişiliğimi yoğuran, maya çalan anamı. Sevgi dolu, çile dolu, Kurtuluş Savaşımızın ‹ya istiklal ya ölüm› diyen kadını. Göğüslerinden, insanlık aşkını, memleket aşkını, özgürlük aşkını, yudum yudum emzirten kadını. ‹Oğlum, dik dur, doğru konuş, bükülme!› diyen kadını. Öğreten, eğiten, seven, sevdiren, el veren, yol gösteren kadını. Artvin’in Koperoğulları’ndan, canım annem Emine Nesibe Arıburnu.»

«Babam yetişir ardından; Filistin, Galiçya, Çanakkale, Arıburnu’nda çarpışan, Kuvayı Milliyeci, Kurtuluş Savaşı savaşçısı... Uşak-Çivril yöreleri cephe kumandanı... Savaş içinde bile silahsız yerli Rum halkını ölümlerden kurtaran... Onurlu bir yaşam için ölümü yeğ tutan... ‹Yoksulluk yok edilmelidir. Halkımız artık gülmelidir. Bu eller, sallanmak için değildir oğlum› demesini bilen... Ölürken, tek varlığı istiklal madalyasını, Mustafa Kemal’in imzası ile ellerimize veren... Başucunda istiklal marşı söylettiren... Gözlerini hayata kapamadan önce özgürlüğe selam duran... İnsan babam, örnek babam, mehmetçik babam, Albay Mustafa Murat Arıburnu.»

«Uzunun kısası; halkevlerimiz... Anadolumuz... Alınterimiz... Dünya savaşlarımız... Acılarıyla birlikte kavrulduğum tüm insanlarımız... Sizler... Dünyamızın insanları... Dede Korkutlar, Yunuslar, Bedrettinler, Karacaoğlanlar, Pir Sultanlar, Goetheler, Nazımlar, Brechtler, Nerudalar, Nasrettin Hocamız... Sorunlarımız, zorluklarımız... Tek partili, çok partili dönemlerimiz... Demokrasimiz... 12 Mart, 12 Eylül... Yeryüzü, gökyüzü... Kitaplar, dostlar, düşmanlar... Ve biraz da kendimiz...»

«Dört evliliğim... Evlenme nedenlerim, ayrılma nedenlerim... İki oğlum... Roma, Paris, Berlin, gene Berlin...»

«Ausländer weg!»

Orhon Murat’ı, Express Edition’dan çıkan «Bu Yürek Sizin» adlı kitabıyla tanımıştım. Şiirlerini ve yaşam öyküsünü okuyunca, onu bir okur olarak çok geç tanımış olmaktan utanmıştım. Sonra onun Berlin’de yaşadığını öğrenince, onu daha yakından tanımak istedim. Fakat o sıralar hastalığı nedeniyle bu mümkün olmadı. Ağır bir beyin ameliyatı geçirmiş, konuşmakta güçlük çekiyordu.

Düşünen ve yazan bir insan için korkunç bir son’du bu! O, buna nasıl katlanacak, yaşamının bundan sonraki bölümlerinde neler hissedecek, neler düşünecekti? Bu, Orhon Murat’ın diline ve beynine koyulmuş sansürlerin en büyüğü, en dayanılmazıydı.

«Bu Yürek Sizin» adlı şiir kitabında, sanatı ve sanatçıyı şöyle tanımlıyordu: «Yaşam boyu doğru bildiğimizi sürdürmeye, yanlışımızı, eksiğimizi düzeltmeye, azaltmaya çalışırız. Döner dolap durana değin sürüp gider çabalarımız. Gene de tam olamayız. Ama kimin içindir, ne içindir bu uğraşılar. Bir elden alıp öbürü ile vermeler ne içindir biliriz.»

«Bazı söyleşilerimde şöyle bir benzetmeye yer veririm, hoşgörüle: Bir ağacın kökü, gövdesi, dalları halksa, onun meyvaları da; ozanları, yazarları, çizerleridir. Sanatçılarıdır... Düşünürleridir...»

«Elma ağacında elma yetişir. Meyvaların özü, özelliği, lezzeti, önce köklerinde oluşur. Meyvalaşır. Gövdeler, dallar, yapraklar, katar katabildiklerini meyvalar için.»

«Son işlem, son çaba, son kaynaşma, meyvada yürütülür. Tüm emekler onda şekillenir, onda güzelleşir, onda görünür, onda renklenir. Acıdır, tatlıdır, buruktur...»

«Kökler övünür, meyvalarım diye; meyvalar övünür, dallarım, gövdem, köklerim diye...»

«Sürüp gider bu doğal gelişim, bu doğal dayanışma, bu ortak çaba, ortak sevgi, sessizce, kardeşce...»

«Evet, elma ağacında elma yetişir. Yetiştiren kökler görünmez, elmalar görünür. Elmalar da sırtını dönmez, ağaca arka çıkar, koskoca ağacını çekirdeğinde gizler, yüreğinde korur, kollar, çoğaltır...»

«Meğer ki bir ağaca ters aşılar yapılmasın, ürünler yozlaştırılmasın, doğal gelişim saptırılmasın, kökler başka, meyvalar başka konuşturulmasın.»

«İnsanlar sevgisiz, insanlar onursuz, insanlar ezilmiş, buruk, çaresiz bırakılmasın. Çağ dışına kayılmasın. Güzel emek, kutsal emek sevilsin, sevdirilsin. Eğriler eğitilsin. Doğruya, gerçeğe saygı duyulsun. Özgürlük horlanmasın. Toplum durdurulmasın. Kokuşmasın. Aksın.»

«Yamuk eller, çirkin eller, hayın eller kırılsın!..»

1946’da başladığı film çalışmalarıyla, senaryo yazarı, rejisör, aktör olarak büyük ün kazandı. Elliden çok senaryo yazdı ve bir o kadar da film (Yüzbaşı Tahsin, Kanlı Para, Gün Doğarken, Sürgün, Tütün Zamanı, Prangasız Mahkumlar, İçimizdeki Boşluk, v.b.) çevirdi. «Kanlı Para» filmiyle, senaryo yazarı, rejisör ve aktör olarak üç ödül kazandı.

Türkiye Yazarlar Sendikası Kurucu Üyesi olan sanatçı, 1970-1972 yıllarında Türkiye Edebiyatçılar Birliği Genel Sekreterliği ve Türkiye Sanatçılar Birliği Genel Başkanlığı yaptı.

1980’den sonra, daha önce de birkaç kez gidip tiyatro çalışmaları yaptığı Berlin’e yerleşti. Neuköln Halk Yüksek Okulunda kültürel çalışmalara başladı ve birçok şiirini sahneye koydu.

Büyük bir sanatçıyla aynı kentte yaşamak, fakat onunla yakından tanışamamak... Hastalığı nedeniyle tanışmamızın mümkün olamayacağını düşünüp üzülürken, hiç umulmadık bir zamanda dimdik ayakta buldum onu. 1986 sonbaharında, Berlin Türk Merkezi’nde benim için düzenlenmiş bir edebiyat toplantısında, «Yarım Kalan Türkü» adlı ilk kitabımda yer alan «Buruk Hikâye» ve «Umut Dağların Ardında» adlı öykülerimi okumuştum. Toplantının sorulu yanıtlı ikinci bölümüne geçmeden önce on dakikalık bir ara verilmişti. Toplantıyı organize eden Türk Merkezi’nin başkanı Süleyman Üstün o sırada yanıma geldi ve dinleyiciler arasında Orhon Murat Arıburnu’nun da olduğunu söyledi. İnanamadım.

Benim için düzenlenmiş bir edebiyat toplantısında onu görmek ne büyük bir onurdu! Heyecanla yanına gittim ve sağlığını sordum. Tam olarak iyileşemediğini öğrendim. Daha fazla iyileşme umudu olmadığı için hastaneden taburcu edilmişti. Fakat ağır hastalığına rağmen bir edebiyat toplantısına katılabilecek kadar yaşama tutkuyla bağlıydı hâlâ.

Kendisinin hayranı olduğumu, «Bu Yürek Sizin» adlı şiir kitabını defalarca okuduğumu ve tüm şiirlerini ezbere bildiğimi söyledim. Fakat o sözü toplantıda okuduğum benim öykülere getirerek, «film metni bunlar, film metni...» dedi. Söyledikleri çok zor anlaşılıyor, hatta bazen hiç anlaşılmıyordu. Fakat ben gülümseyerek ona bakıyor, ellerini sıkarak kendisini çok iyi anladığımı belirtmeye çalışıyordum.

İkinci kez onunla kendisi için düzenlenmiş bir «şiir akşamı»nda beraber olduk. Salon tıklım tıklım doluydu. Gözlerindeki umut ışığı ve yaşama sevinci sönmemiş, beyninin ve dilinin acısı yüzüne yansımamıştı. Gözlerinde, «bu yürek sizin» diyen üryan bir anlam okunuyordu. Konuklarını, elini kâlbinin üzerine koyup, başını hafif öne doğru eğerek selamlıyor, sevgiyle bakıyordu. Hastalığına rağmen asil bir duruşu vardı. Hareketleri zarif, bakışları vakurdu.

Salonda ses yoktu. Elini, yanında oturan ve şiirlerini okuyacak olan Ertekin Özcan’ın omuzuna koydu. Dinleyicilere «hoşgeldiniz» demek için kıpırdandı, o gürleyen sesiyle ancak anlaşılması zor birkaç sözcük söyleyebildi. Sözlerini anlayıp anlamadığımızı soran gözlerle bir süre baktı. Onu anladığımızı belirtmek için alkış yağmuruna tuttuk. Umutla, şiirlerini okuyacak olan Ertekin Özcan’a baktı. Şiirleri okunurken pür dikkat dinliyor, önündeki kâğıtlara notlar alıyordu. Kulağım şiirde, gözlerim onun hareketlerinde, kıpırtısız oturuyordum. Kendi şiirlerini dinlerken, yüzünde memnuniyetini ve memnuniyetsizliğini ifade eden mimikler belirip kayboluyordu.

Sonunda dayanamayıp okumayı kestirdi. Hareketleri hızlanmıştı, bu halinden heyecanlı olduğu anlaşılıyordu. Çantasından bir kaset çıkardı ve masanın üstündeki kaset çalara taktı. Sonra düğmeye basıp kendinden emin arkaya yaslandı. Onun bu çocuksu sevinci bizi meraklandırmış, kasetten çıkacak sesi bekliyorduk. Ortalığı birden piyano eşliğinde gürül gürül çağlayan bir ses, kendi sesi kapladı. O gün bizleri orda şiire doyurdu.

Okumaya ara verildiğinde bu güzel insana çiçekler armağan edildi. Çevresini kuşatan biz şiir severlere, basında kendisiyle ilgili çıkmış yazıları ve fotoğrafları gösteriyor, ölümün kendisini beş kez yokladığını anlatmaya çalışıyordu. Araba kazası, pilotluk yaptığı dönemde uçak kazası, film setinde iş kazası... Tam beş kez ölüm haberi çıkmıştı yazılı basında.

Yönetmenlik yapmış, filmlerde oynamış, senaryo yazmış, evlenmiş, boşanmış, yeniden evlenmiş... Tiyatro kurmuş, yönetmiş, şiirler yazmış, şiir sergileri açmış, ödüller almış... Kimi çok sevmiş onu, kimi saldırmış ona. Acı çekmiş, ağlamış, sevmiş, mutlu olmuş... Ama hiçbir zaman eğilmemiş, bükülmemiş, «yamuk eller, çirkin eller, hayın eller kırılsın!» demiş.

Toplantıdan sonra çevresini kuşatan biz şiirseverlere «Bu Yürek Sizin» adlı kitabını imzaladı. Tam ayrılacağım sırada «bekle, bekle» dedi. Yanına oturup bekledim. Çevre biraz sakinleşince beni ve eşimi evine davet etti. Oğlunun evinde kalıyormuş. Bir hafta sonu geleceğimizi söyleyip ayrıldık.

Çoğu zaman eşimle birlikte onun şiirlerini okur, bazen sevgi, bazen direnç, bazen umut kesilirdik. Onun hayata bakışı, şiirleri ve sanatı bizim kişiliğimize çok şeyler katmıştır.

Onu ziyarete gittiğimizde çok sevinmiş, nasıl davranacağını, ne yapacağını şaşırmıştı. Ertekin Özcan’ın eşi Işıl Hanım da ordaydı. İlaçlarını düzenli olarak veriyor, iyileşmesi için elinden geleni yapıyordu. Işıl Hanım, sigarayı kesinlikle içmemesini ve ilaçlarını bir saat sonra mutlaka almasını söyledikten sonra onu bize emanet edip gitti. «Buralar sıkıyor beni, ülkeme, kendi evime gitmek istiyorum» dedi. Bunu anlatabilmek için çok çaba sarfetti, sözcüklerden çok mimik ve el-kol hareketleriyle anlaşıyorduk.

Çok şeyler söylemek istiyor, düşüncelerini dile getirmek için sürekli çırpınıyordu. Ne söylemek istediğini anlayıp, sözünün sonunu biz tamamlayınca, ellerini birbirine vurarak çocuklar gibi seviniyor, sonra elini kâlbinin üzerine koyup hafif gülümseyerek teşekkür ediyordu. Onun bu çaresiz çırpınışları altında eziliyor, konuşan dilimden utanıyordum. Sonra «ah nasıl unuttum!» dercesine elini başına vurdu. Durmadan «ah, ah!» diyor, bir şeyler arıyordu. Sonra dolabın çekmecesinden fotoğraf makinesini çıkarıp titreyen elleriyle ayarladı. Bize «oturun» işareti yaptıktan sonra gelip aramıza kendisi de oturdu. Bizi yiğit bir kartal gibi kanatlarına alıp öylece baktı.

Sonra benim o gün toplantıda okuduğum öyküleri tekrar okumamı istedi. Ben okurken sesimi kasete kaydedip, kendisinin kasete alınmış şiirlerini de bize dinletti. Bir şiiriyle, o gün toplantıda okuduğum «Umut Dağların Ardında» adlı öykümün «kardeş» olduğunu söylüyor, fakat şiirin adını bir türlü hatırlayamıyordu. Sonra eşim onun ne düşündüğünü tahmin etti, «Arkadaş» dedi. «Sizin o şirinizin adı ‹Arkadaş› hocam.»

Buna öyle sevindi ki, onun o çocuksu sevinci hâlâ gözlerimin önünde. Kitabını eşime uzattı ve o şiiri okumasını istedi.

Bir silah atıldı ikimize,
Birimiz
Ayakta kaldık,
Birimiz
Yerde.
Neden
İkimiz de yaralıyız.

Kurşun,
Ya sende,
Ya bende!

O öyküde, hücresinde idamını bekleyen gencecik bir insan anlatılıyordu. Nasıl yakalanıp getirildiği geriye dönüşlerle verilirken, hücredeki gergin bekleyiş sürüp gidiyor, «şimdi» ve «geçmiş» arasında gel-gitler yaşanıyordu. Kendisinin, en güzel, en gerçek, en duygusal, belki de en lirik şiirlerinden biriyle bu öykümün «kardeş» olduğunu söylemesi doğrusu beni çok onurlandırmıştı. O gün geç saatlere kadar oturduk, ona doyamadık. Türkiye’deki adresini verdi, adresimizi aldı.

O günden sonra onu bir daha göremedim. Türkiye’ye giderken bize haber verecekti oysa, çok üzüldük. Kimi zaman eşimle birbirimize, «Arıburnu nerlerde acaba, neler yapıyor şimdi?» diye soruyor, onunla olan anılarımızı tazeliyor, kitabını açıp birkaç şiirini okuyoruz.

Bir gün bizim evde söz şiirden açılınca konuklarımıza onun şiirlerini okumak istedim. Orhon Murat’ın öldüğünü duyup duymadığımızı sordular. Duymadığımızı söyleyince üzülerek doğruladılar o kara haberi. Bedenimin buz gibi soğuduğunu anımsıyorum. Sonra bir gülümseme, acıyla, hüzünle karışık, korkak bir gülümseme... «Hayır ölmemiştir, yine birinin bir yalanı, ya da soğuk bir şakası!» dedim. Günler sonra onun yaşadığını duyunca gerçekten çok sevindik. «Bizi yine aldattın Arıburnu!» diyerek gülüştük.

Ama ölüm, beklendiği an değil de, onu unutunca ansızın çalıyor kapıyı. Çaresiz teslim oluyorsunuz. O şimdi gitti. Yaşanmış tüm acılara gülümseyerek, birbirinden güzel şiirlerini ve yüreğini bize bırakarak çekip gitti. Bu yazıyı onun bir şiiriyle sonlandırmak istiyorum.

Tabanları yarılmış
Yol yürümekten.
Kolu kanadı kırılmış
Sapan sürmekten.

Dünyayı insanca görmekten,
Gözlerinin bebeği çatlamış.
Onu tanımak lazım!



Vehbi BARDAKÇI
28.08.2010

Facebook ta paylaş


Yazarın Tüm Yazıları...  -   Yazar'a mesaj yaz  -   Yorum Yaz 



 

Yorum Yaz

 

Tavsiye Et

Okuyucu Yorumları


 

SanatsalHaber Basın Konseyi üyesi olup Basın Meslek İlkelerine uymaya söz vermiştir. SanatsalHaber'de yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Sitede yayınlanan yazı ve fotoğrafların her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Copyright © 2008-2021 SanatsalHaber.com.