Anasayfam Yap | Künye | İletişim | Reklam

    Anasayfa

   Resim - Fotoğraf

    Sahne Sanatları
    Müzik - Konser
    Sinema - Tv
    Kültür - Edebiyat
    Tarih - Arkeoloji
    Tasarım - Mimari
    İnsan - Polemik
  ●  Bizden Haber
  ●  Yazarlar
  ●  Yasal Uyarı
  ●  Linkler

 

Bizi Facebook'tan Takip edin Bizi Twitter'den takip edin

 

Üye / Yazar Girişi

 Kullanıcı :

 Parola   :

  Kayıt Ol

 

 

Kuzgunun Rüyaları

ŞEHİR TİYATROLARI
İSTANBUL DEVLET TİYATROSU

  


 

 

 

 

 

 

SON UMUT (WATER DIVINER)

2014 Avustralya yapımı Son Umut filmi vizyona girdi. Asıl adı Water Diviner. Su falcısı anlamındaki bu terim, çubukla su bulanlara deniyor. Anlaşılan yerli dağıtımcı Türk izleyici için anlam taşımadığını düşünüp filmin konusunu doğrudan söyleyen 'Son Umut' demeyi uygun görmüş!

Başrol oyuncusu Russel Crowe aynı zamanda yönetmen koltuğuna oturmuş. Ünlü oyuncuların yönetmen koltuğuna oturup iyi filmler çıkardığını(hatta Clint Eastwood gibi oyunculuğundan daha iyi yönetmenlik yapmış örnekler de var!) görüyoruz. Russel Crowe; LA Confidential, Gladyatör, Akıl Oyunları, Master and Commander(Dünyanın uzak ucu) gibi belli başlı filmlerden herkesin tanıdığı bir aktör. Son Umut filminde, üç çocuğunu Çanakkale savaşlarında kaybetmiş bir çiftçi Connor'ı canlandırıyor. Diğer rollerde Jai Courtney (üsteğmen Hughes rolünde), Olga Krilenko(otel işletmecisi Ayşe rolünde), Yılmaz Erdoğan (Binbaşı Hasan), Cem Yılmaz (Çavuş Cemal) oynuyorlar.

Filmin senaryosunu Andrew Knight ve Jack Anastasios yazmış. Görüntü yönetmeni Andrew Nesnie ise oskar ödüllü tanınmış bir yönetmen(Yüzüklerin Efendisi). Filmin oldukça iyi olan görselliğine katkıda bulunmuş. Savaş sonrası İstanbul, Çanakkale ve Fethiye Kayaköy görüntüleri özellikle Batılı izleyici gözüyle etkileyici. Film başarılı olursa turistik açıdan İstanbul'da geçen o James Bond filmi gibi olumlu açıdan hayli katkılı olabilir.

Filmin konusuna gelince, savaş filminden çok bir epik yol filmi. Çanakkale savaşında Anzak birliklerinde savaşmış üç oğlunu ve onların acısına dayanamayıp intihar eden eşini kaybeden Avustralyalı bir baba, oğullarından bir iz bulabilmek için İstanbul'a gelir. Sultanahmet'de bir savaş dulu olan Ayşe'nin işlettiği bir otele yerleşir. İstanbul'daki müttefik işgal komutanlığından gerekli müsaadeyi alamasa da, kaçak olarak Gelibolu'ya gider, Hasan, Cemal ve izinsiz olmasına rağmen 'bu adam buralara kadar gelen tek baba!' diyerek onun oralarda kalmasına göz yuman teğmen Hughes'un yardımlarıyla iki oğlunun kemiklerini bulur. Geri dönüşlerde üçüncü oğlunun yaralı kurtulmuş olmak ihtimalini görürüz. Connor İstanbul'a döndükten sonra bu kez rüzgar onu Hasan ve Cemal'in yanında Anadolu'da Kuvayı Milliye safında savaşmaya kadar götürür. (Sonrasını anlatmamalıyım)

Film genelde mesajı açısından sağlam noktada. Batılıların ön yargılı, tarafgir hatta Yunan yanlısı genel tutumlarının aksine oldukça dürüst ve tarafsız. Avustralya ve Yeni Zelanda birliklerinden oluşan Anzac'ların Çanakkale-Gelibolu'da ne işleri olduğunu sorguluyor. Anzak ve Türk askerlerinin savaşmış olsalarda birbirlerinden nefret etmemiş olduklarını vurguluyor. Anadolu'da Yunan işgalinin şiddetini, kısacık da olsa vurguluyor. Yunan milislerinin köyleri bombaladığını izliyoruz. (Bu satırların yazarı da, kendi dedelerinin Bilecik'teki evlerinin, o tarihte onların geri dönüşlerini imkansız kılmak için yakılmış olduğunu yazmak durumunda kalıyor!)

Filmde oyuncu olan iki Türk aktör sanki yönetmeni kişilikleri ile etkilemiş olmalılar gibi, ikilinin tipik mizahi yaklaşımına ek olarak filmin bazı yerlerinde bizim ruhumuza özel sahneler bile var. Milli Mücadele yandaşlarının Anadolu'ya geçmeden önce toplandıkları yerde 'hey onbeşli onbeşli ' türküsüyle eğlenmeleri, bana Dear Hunter(Avcı) filminde Robert De Niro'yu arkadaşlarının uğurladığı sahneyi aklıma getirdi! Ayrıca Cemal karakterinin eğlence sırasında Kuvvacılar yani Mustafa Kemal'ciler için şerefe rakı kaldırması, hoş bir mesajdı. Salondaki seyirci, eski dönemlerden kalma çocuksu bir saflıkla alkışladı!

Filmin eleştirilecek yönlerine gelince, başta aynı Türk filmlerinde olduğu gibi yer yer inandırıcılık noksanlığı taşıması. Biz Türkler (ve biraz Yunan ve İtalyan sineması, çoklukla Hint ve Japon sineması da böyle!) duygusal insanlarız. Sinemada inandırıcılığa pek önem vermeyiz. Biraz gözyaşı veya kahkaha bizim için sinemanın olmazsa olmazıdır. İşte bu filmde de aynı bir Türk filmi gibi kurguda inandırıcılık sorunu var gibi. Olaylar bir çizgi roman hızıyla gelişiyor.
Örneğin baba Gelibolu'da yıllarca sürecek künye tesbiti çalışması içinde kendi çocuklarını hemen buluyor.(O kadar sembolizm de olsun diyebilirsiniz.) Yine üçüncü oğlunu savaştan o kadar sene sonra Anadolu'da sağ bulabiliyor olması da, sanki çizgi roman karesi içinde gelişmesi gibi!
Ayrıca o kadar aksiyon içinde kahramanımız, sanki mümkünmüş gibi, güzeller güzeli Olga Kirilenko'nun canlandırdığı karakterle romantik bir ilişki kurabiliyor! Son olarak, Kirilenko'nun oyunculuğunun biraz zayıf kaldığını belirtmeliyiz.


Cengiz ÖZDER
26.01.2015

Facebook ta paylaş


Yazarın Tüm Yazıları...  -   Yazar'a mesaj yaz  -   Yorum Yaz 





 

Yorum Yaz

 

Tavsiye Et

Okuyucu Yorumları


 

SanatsalHaber Basın Konseyi üyesi olup Basın Meslek İlkelerine uymaya söz vermiştir. SanatsalHaber'de yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Sitede yayınlanan yazı ve fotoğrafların her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Copyright © 2008-2021 SanatsalHaber.com.