Anasayfam Yap | Künye | İletişim | Reklam

    Anasayfa

   Resim - Fotoğraf

    Sahne Sanatları
    Müzik - Konser
    Sinema - Tv
    Kültür - Edebiyat
    Tarih - Arkeoloji
    Tasarım - Mimari
    İnsan - Polemik
  ●  Bizden Haber
  ●  Yazarlar
  ●  Yasal Uyarı
  ●  Linkler

 

Bizi Facebook'tan Takip edin Bizi Twitter'den takip edin

 

Üye / Yazar Girişi

 Kullanıcı :

 Parola   :

  Kayıt Ol

 

 

Kuzgunun Rüyaları

ŞEHİR TİYATROLARI
İSTANBUL DEVLET TİYATROSU

  


 

 

 

 

 

 

İKİ FİLM BİRDEN: KİTAP HIRSIZI VE BÜYÜK BUDAPEŞTE OTELİ

Yaz yaklaşıyor, ölü sezonda, yaz döneminde iyi filmler vizyondan uzak kalacaklar.
Ama henüz yaz gelmeden, sezonun son filmlerini de izleme fırsatını da buluyoruz.
İşte bu bahar, Büyük Budapeşte otelinden sonra, yine bir dönem filmi olan Kitap Hırsızı'nı (The Book Thief) izlemedik. Aşağıda bu filmlerin eleştirisini okuyabilirsiniz.

KİTAP HIRSIZI

Film, Avustralyalı yazar Marcus Zusak'ın ödül kazanmış ve aynı zamanda çok satan aynı adlı romanından uyarlanmış. Yazar, Sidney'de yaşamış ve ölmüş olan göçmen Liesel Meminger'in savaş döneminde geçen çocukluk anılarını kaleme almış.

Gerek kitabın başarısı, gerekse kurgusundaki inandırıcılığı ve duyarlılığı sebebiyle eser sinemaya uyarlanmış. 2013 yapımı filmi Brian Percival yönetmiş.
Geoffrey Rush (Karayip Korsanlarında Barbossa rolünde ve Panama Terzisinden hatırlayınız!) ve Emily Watson gibi önemli karakter oyuncuları rol almış. Baş roldeki Liesel karakterini canlandıran Sophie Nelisse ise Fransız asıllı Kanadalı bir genç oyuncu. Sarı saçları ve kocaman kahverengi gözleri ile izleyicinin kalbini çalıyor. Filmin müziklerini saygın Amerikalı kompozitör John Williams yapmış.

Konu 1930’lu yılların sonu ile ikinci dünya savaşı döneminde Almanya'nın küçük bir kasabasında geçiyor. Annesi politik suçlu olduğu için bir aileye evlatlık verilen Liesel, tren yolculuğunda kaybettiği küçük kardeşinin mezarının başında mezar kazıcının düşürdüğü 'Mezar Kazıcısının Elkitabı'nı alır ve saklar. Evlatlık verildikleri ev sıradan bir Alman ailesidir.
Üvey baba Hans Huberman (tabela ressamı ve eğlencelerde akordeon çalarak evini geçindirdiğini görüyoruz) iyi kalpli, duyarlı sevecen bir kişidir ve Liesel'in mükemmel iyiliğinin gelişmesine yardım eder. Üvey anne Rosa, sert mizaçlı tipik Alman kadınıdır. Evini geçindirebilmek için zengin evlerinin çamaşır ve ütü işlerini yapar. Gülmeyen yüzü, katı tavırları bile Liesel'in mutlak iyiliğini bozmaz. Zaten konu geliştikçe, üvey annenin aslında gerçekçilikle maskelenmiş iyi yürek taşıdığını ortaya çıkarır. Liesel'in en iyi arkadaşı olacak olan komşu çocuğu Rudy ile okula gittiği ilk gün, henüz okuma bilmediği ortaya çıkar ve çocukların alayı ile karşılaşır ('Dummkoff' lakabı takılıyor).
Üvey baba Hans, kızın mezarlıktan aldığı kitap ile Liesel'e okumayı öğretirken, evlerinin bodrumuna sığınan kaçak Yahudi genci Max'ın yardımı ile kitaplarla gerçek anlamda tanışır.
Kitap hırsızı lakabı ise, annesinin çamaşırlarını yıkayıp ütü yaptığı belediye başkanının(belediye başkanı kitap yakan acımasız bir Nazi iken, eşi İlsa acılı ama gerçekte büyük bir kütüphanesi olan aydın ve iyi yürekli bir kadındır!) evinden gizlice kitap ödünç alması üzerine Rudy tarafından takılmıştır.

Filmin görselliği etkileyici; biraz karanlık, neredeyse siyah beyaz, kış mevsimindeki dönem Alman taşrasını yansıtıyor (Neredeyse kasabadaki tek renk, kırmızı nazi bayrakları!).
Diktatörlük ve Nazi rejiminin yükselişi, savaşın başlayışı ve sonunda kasabaya kadar gelişi, çocuk ruhundan, onun saf ve duru perspektifinden izleyiciye aktarılıyor.

Film henüz ödül almadıysa da, çok sayıda ödüle aday gösterilmiş ve yıl içinde bazı ödüller alması bekleniyor. Anlatımındaki dürüstlüğü, mesajının sağlamlığı ve aşıladığı pozitif duygu (başroldeki Liesel figürü, başına gelen onca trajik acı ve kayıplara, savaşın ve karanlık rejimin onca kötülüğüne rağmen hiç bir zaman yıkılmıyor!) yüzünden, izlenmesi gerek olan bir film olarak nitelenebilir.
Yılın en iyi filmlerinden birisi olabilir desem, iddialı olur mu bilmem!

BÜYÜK BUDAPEŞTE OTELİ (THE GRAND BUDAPEST HOTEL)

2014 Yılının bu ilk önemli filmlerinden olan bu neşeli yapım da vizyona girdi ve izledik.
Bu dikkate değer bir film, herhalde zamanı gelince akademi ödüllerine de aday olacak. Zaten şimdiden Berlin festivalinde en iyi film ödülü almış.

Eseri Wes Anderson yönetmiş. Kendisini Tannenbaum Ailesi'nden hatırlıyoruz. Senaryo ise ünlü yazar Stefan Zweig'ın aynı adlı eserinden senaryolaştırılmış.
Avusturya-Macaristan kökenli Zweig bildiğiniz gibi ünlü bir yazar, 19.yüzyıl Orta Avrupa'sının dönem kültürünü yansıttığı bu eserinde, Freudçu psikolojinin izleri yanında, ait olduğu o dünya özlemini mizahi dille yansıtmış. Mizah vurgusu büyük olasılıkla Wes Anderson ve diğer senaristlerce büyütülmüş. Mizah dediysek okuyucu sakın nükte ve komik hareketlerden destek alan bir fars anlamı çıkarmasın, buradaki mizah entelektüel mizah; biraz tuhaf, biraz uçuk, biraz soğuk bir mizah.

Oyuncu kadrosu sanki yıldızlar geçidi. Bir çok ünlü oyuncu kısacık sahnelerde görünüp geçiyorlar. Başrolde Gustave rolünde Ralph Fiennes var. Daha öncesinde rol aldığı Shindler'in Listesi ve İngiliz Hasta gibi dönem filmleri ile aynı dönemlerde canlandırmaya devam ediyor!
Ama o rollerdeki gibi dramatik rollerde değil, bu kez aksiyon komedisinde otelin aynı zamanda en üst yöneticisi olan consierge (!) rolünde mükemmel oynuyor.
Herhalde bu oyunu ile ödüllendirilecek.
Diğer rollerde: Murray Abraham (Kendisini Scarface-Yaralıyüz filminden hatırlıyoruz. Kötü türekli Dmitri rolünde Adrian Brody, onun psikopat katil yardımcısı rolünde Willem Defoe (Platoon-Müfreze) ve onun kurbanı avukat Kovacs rolünde Jeff Goldblum (Jurassic Park) oynamış. Hapishane kaçağı Ludvig rolünde Harvey Keitel (Reservuar Köpekleri, Piano) , polis şefi rolünde Ed Norton (Fight Club-Döğüş Kulubü) , yazar rolünde Jude Law (Yetenekli Bay Ripley,Sherlock Holmes) ve kısacık rollerde Bill Murray, Tilda Swinton ve daha nice ünlü oyuncu rol almış! Öyküyü anlatan Mustafa'nın gençliğini canlandıran ve en esaslı rollerden birini canlandıran Tony Revolori ise, herhalde bu filmden sonra çok tanınacak!

Konu 1930 lu yıllarda, Zubrowka Cumhuriyeti denilen hayali bir ülkede, bir lüks spa otelinde geçiyor. Seyirci bu ülkenin Avusturya olduğunu biliyor.
Geri planda ülkede Nazizmin yükselişi, Almanyanın Avusturya'yı işgali gibi tarihi olaylar var. Film Almanya'nın başta Karlsbad olmak üzere bir asır öncesinin ışığını ve atmosferini koruyan kaplıca otellerinde çekilmiş.
Gittikçe yükselen, görsel bir şölen. Eğlendirici ama dikkat edilip göndermeler yakalanırsa, daha da keyifli olabilir!


Cengiz ÖZDER
21.05.2014

Facebook ta paylaş


Yazarın Tüm Yazıları...  -   Yazar'a mesaj yaz  -   Yorum Yaz 











 

Yorum Yaz

 

Tavsiye Et

Okuyucu Yorumları


 

SanatsalHaber Basın Konseyi üyesi olup Basın Meslek İlkelerine uymaya söz vermiştir. SanatsalHaber'de yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Sitede yayınlanan yazı ve fotoğrafların her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Copyright © 2008-2021 SanatsalHaber.com.