Anasayfam Yap | Künye | İletişim | Reklam

    Anasayfa

   Resim - Fotoğraf

    Sahne Sanatları
    Müzik - Konser
    Sinema - Tv
    Kültür - Edebiyat
    Tarih - Arkeoloji
    Tasarım - Mimari
    İnsan - Polemik
  ●  Bizden Haber
  ●  Yazarlar
  ●  Yasal Uyarı
  ●  Linkler

 

Bizi Facebook'tan Takip edin Bizi Twitter'den takip edin

 

Üye / Yazar Girişi

 Kullanıcı :

 Parola   :

  Kayıt Ol

 

 

Kuzgunun Rüyaları

ŞEHİR TİYATROLARI
İSTANBUL DEVLET TİYATROSU

  


 

 

 

 

 

 

BİR SERGİNİN ARDINDAN: ‘KAPI ÇALANA AÇILIR’

Geçtiğimiz günlerde İstanbul bienali ile aynı zaman aralığında, yeni ve ilginç bir mekânda, Bağlarbaşı’ndaki Abdülmecit Efendi köşkünde, Ömer Koç’un sanat koleksiyonu sergilendi. Modern tarzdaki eserlerden oluşan bu sergi, Cumhuriyet karşıtı bir provokatör’ün kışkırttığı birkaç kendini bilmez kültür sanat düşmanı cahil tarafından basılınca, kamuoyunun dikkatini çekti, bütün sanatseverler sergiden haberdar olup benim gezdiğim o sağanak yağmurlu günde bile, gezmek için kuyruk oluşturdular. Demek ki sanat düşmanlarının olumsuz davranışı sergi ve sanatseverler açısından iyi olmuştu. Biz her ne kadar gereksiz tartışmayı izlemesek de, öğrendiğimiz kadarıyla; ‘ecdadımızın mekânında mihrabın içinde çıplak erkek heykeli sergiliyorlar!’ şeklindeki iddia tamamen boş imiş. Bir kere mekân cami değil ki, mihrap olsun. Heykelin sergilendiği köşe ise, çini kaplı şömine imiş.Çıplaklık vurgusu ise hepten dayanaksız, çünkü köşke adını veren Abdülmecit Efendi bir ressam; sanat adamı, eserleri arasında nu tarzında tablolar bulunuyor. Merdiven başındaki duvarda Avni Lifij imzalı peri kızlarını andıran tülden eteklerini savurarak koşturan kadınların tablosu bile bu binanın o dönemdeki sahiplerinin zihinsel açıklıklarının örneği gibi duruyor. Bu konuda son sözüm şöyle; herkesin modern sanatı sevmesi gerek diye bir durum yok, hoşlanmıyorsanız gitmezsiniz.

Tarihi bina Koç grubuna ait Bağlarbaşı korusu içinde. Yıllardır önünden geçerken merak ederdik, sergi vasıtasıyla görme fırsatı bulduk. 19. yüzyıl sonlarında, Mısır Hidivi İsmail Paşa tarafından av köşkü olarak yaptırılmış. Osmanlı tarzının yanında süslemeleri ile Mısır üslubu ile harmanlanmış.Mimarı bilinmemekle birlikte, ünlü Valluary’nin eseri olduğu şeklinde söylenti varmış.

Sergiye girmeden yan kapının önünde bir gergedan heykeli sizi karşılıyor. Zincirler ve deri kemerleri ile sado-mazo bir mesaj veren heykelin sanatçısı bilinmiyormuş! Serginin zemin katındaki en dikkat çekici eser yazının başında bahsettiğimiz RonMueck eseri ‘hırka altındaki adam’ heykeli. Hipergerçekçi bir tarzda yapılmış bu heykel, bir örtünün altına gizlenmeye çalışan çaresiz bir zavallıyı tasvir ediyor. Eğer utangaç bir muhafazakar iseniz veya aşırı gerçekçi genital organ görmek istemiyorsanız, eğilip örtünün altına bakmazsınız olur biter! Bir diğer kalabalıkların dikkatini çeken eser ikilisi ise, üst kat salonunun ortasındaki kadın ve erkek heykelleri. Birbirlerini tamamlar gibi duran eserlerden birisi yine yaşam gerçekliği tarzında, yaralı, dayak yemiş, şiddet görmüş kadın heykeli. Yaşam Şaşmazer imzalı bu eserin karşısında ise klasik üslupta yapılmış FranzXaverSeegen eseri bir güç sembolü gibi duruyor. Heykellerin çevresindeki kadın izleyici kalabalığı ise sessizce, toplumumuzdaki kadına şiddet olgusunun acısını içinde duyuyor. Belki sanatçılar bunu anlatmıyor olsa da, durum bu! Bir başka dikkat çeken eser ise PatriciaPiccinini yapımı ‘Beklenen ve Şüpheci Thomas’ isimli, bir çocuk ve onun kucağına kafasını koymuş yaşlı bir mutantdeniz kızı heykeli. Yine yaşam gerçekliğindeki bu eserde genetiği değiştirilmiş çirkin mutantın, gözlerini sevgi ile kapamış çocuğun kucağında bulduğu iyilik ve şefkat yansıtılmış.

Şimdi değerli okuyucu, sergi kapanmadan vaktinde yetiştiremediğim bu yazı nedeniyle bana gönül bırakmasın! Geç te olsa yazdım çünkü uğraşmışlar, hazırlamışlar, cömertlikle paylaşmışlar; bir yerde izi olsun istedim.

Son söz olarak, takdir edildiği gibi bu ülkenin bazı varlıklı, büyük iş sahibi, faydalı işler düşünen iyi ve saygın aileleri, ülkelerine bir şeyler verebilmek için böyle sanata ve kültüre destek veriyorlar. Ülkenin çeşitli yerlerinde kurdukları özel müzeler ile ülkenin kültür yaşamına büyük katkıda bulunuyorlar. Artık ülkemize gelen donanımlı turistler gezi planlarına Ayasofya ve Topkapı yanında, İstanbul Modern, Pera Müzesi, Sakıp Sabancı Müzesi gibi yerleri de eklediler. Devlet her şeyi yapamıyor, devlet yol yapıyor, hastane okul yapıyor ama bu tür yatırımlarda doğası gereği böyle büyük ama cömert iş sahibi ailelerin desteğine ihtiyaç doğuyor.

Bunları neden anlatıyorum, Ömer Koç koleksiyonu sergisi neden sahiplerinin adını taşıyacak bir müzenin başlangıç, kalıcı eserleri olmasın?
Kendim için istiyorsam namerdim!
Bu köşk gerçekten güzel bir müze mekânı olabilir. Bunu sağlayanların adını yüceltebilir.
Şimdi şakamı bağışlasınlar, zaten çoğu eser öyle evde duvara asılacak tablolar gibi tatlı değil.
Örneğin ‘Aziz Sebastian’ heykeli gibi korkutucu, ‘Yutan Yutuldu’ heykeli gibi rahatsız edici.
Yani işte böyle biraz tekinsiz, perili gibi duran eserler, ev yerine bir müzeye daha yakışmaz mı? Kim bilir, belki de düşünüyorlardır!


Cengiz ÖZDER
12.11.2017

Facebook ta paylaş


Yazarın Tüm Yazıları...  -   Yazar'a mesaj yaz  -   Yorum Yaz 







 

Yorum Yaz

 

Tavsiye Et

Okuyucu Yorumları


 

SanatsalHaber Basın Konseyi üyesi olup Basın Meslek İlkelerine uymaya söz vermiştir. SanatsalHaber'de yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Sitede yayınlanan yazı ve fotoğrafların her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Copyright © 2008-2021 SanatsalHaber.com.